bugün

entry'ler (132)

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

seni çok özledim kurabiye.

biliyor musun, artık meslektaşız. keşke burada olsaydın da heyecanımı seninle paylaşsaydım. ama kim bilir nerelerdesin, ne yapmaktasın...

Her neyle uğraşıyorsan uğraş, umarım hayatındaki her şey yolundadır kurabiye.

bakma bana sen, özlediğim zaman arada bir uğruyorum işte buraya. senden bir iz var mı diye bakıyorum sadece, sessiz sessiz...

the shawshank redemption'da kütüphaneci brooks hatlen, yaralı bir yavruyken bulup beslediği ve iyileştirdiği kuşu jack'i özgürlüğüne bırakır ve sonra ona özlem duyduğu bir zaman geldiğinde şöyle der: "bazen işten sonra parka gidiyorum ve kuşları besliyorum. bunu yaparken ümit ettiğim tek şey, bir gün jack'in çıkıp gelmesi ve bana 'merhaba' demesi. ama o hiç gelmiyor..."

benimki de o minval işte. hiç gelmesen de, ben hatıranı burada yaşatmaya devam edeceğim, çıkıp gelip bana yeniden "merhaba" diyeceğin bir günün gelmeyeceğini bile bile...

çok mutlu ol, hep mutlu ol.

yazarların şahit olduğu iğrenç olaylar

adını boncuk koymuştuk.

bir sokak kedisi...

babamın dükkanının bulunduğu yerde her gün farklı bir esnaf tarafından karnı doyurulur, maskotluklarıyla, şirinlikleriyle sadece bu esnafları değil, yoldan geçen vatandaşları bile kendine hayran bırakırdı.

bir gün ortalardan kayboldu boncuk, bir süre boyunca kimse tarafından görülmedi. belki 1 hafta, belki biraz daha fazla... acıktığında günde birkaç kez esnaf esnaf dolaşan boncuk için 1 hafta görülmemesi uzun bir süreydi.

ve yine bir gün ortaya çıktı boncuk. hepimiz birbirimize bakakaldık, bu boncuk mu değil mi diye.

yani bir kediyi tanımanız ne kadar sürebilir ki?

yüzünden hemen anlaşılan o neşeli, yaramaz, ponçik halinden eser kalmamıştı; suratından acı, öfke ve nefret dolu fışkıran bir kedicikti artık boncuk. ikilemimiz bu yüzdendi.

fazla sürmedi sebebini anlamamız...

genital bölgesi paramparçaydı boncuk'un. belliydi, anlaşılıyordu; ırz düşmanlığında level atlamış, baktığın zaman insan diyeceğin ama aslında insan olmakla alakası olmayan bir yaratığın tecavüzüne uğramıştı.

yaşadığımız şoku bir kenara bıraktık, hemen veterinere götürdük, veteriner muayenesinde de tecavüz bulguları çok net belli olmuştu. tedavisi için belediyenin ilgili birimlerine bile haber edip destek aldık. nasıl olduysa olay, dönemin vali yardımcısının kızının kulağına kadar gitmiş. o da geldi, ilgilendi sağ olsun. Civardaki tüm güvenlik kameraları teker teker incelendi belki bu şerefsizliği yapan o sapığa dair bir iz bulunur diye, ama bulunamadı maalesef.

yukarıda bahsettiğim gibi; şebeklikleriyle, sempatikliğiyle kendisini herkesin ilgi odağı yapmayı başaran o minnoş yavrucuk, o olaydan sonra bir daha başını okşamamıza bile izin vermedi. sevgiyle yaklaşmaya çalıştığımızda bile hırçınlaşıyordu, o travmayı atlamadı bir türlü. sadece mama verdik, salam verdik yedi; süt verdik, su verdik içti. o kadar...

hayvanlar gözleriyle nasıl konuşurmuş, keşke boncuk'u görerek anlasaydınız. insanlara karşı oluşan o bakışlardaki nefret, isyan gözümün önünden halâ gitmez.

bu olaydan sonra çok da yaşamadı zaten boncuk hanım, kısa bir süre sonra hayatını kaybetti.

seni koruyamadığımız için bizi affet güzelliğim, umarım gittiğin yerde huzurlusundur.

ama en çok da; sana hayvan, sana bunu yapana insan dediğimiz için affet.

o masum, korumasız yavrucağıza bu rezil şeyi reva gören ahlaksız namussuz herif, inşallah bir yerlerden bunu okuyorsundur. Allah senin belanı versin, gün yüzü göremeden geberir gidersin inşallah!

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

Son 1 yılım berbat geçti, öyle de geçmeye devam ediyor. Karakteri sümük kadar, bir bebeğin bezine doldurduğu şey kadar etmeyen biri için Hiç hak etmediğim şeyler yaşadım, aslında bunu kendime bizatihi ben yaşattım.

Koruduğum, üzerine titrediğim, başı her sıkıştığında yardımına koştuğum, şantaj yapıldığında korkudan uyuyamıyorken sabahlara kadar teskin etmeye çalıştığım, o şantajdan ve daha nice tehlikeden uzaklaştırdığım... üstelik bunları neden yaptığımı bile bilmediğim (belki bazen bana çok geldiğini düşündüğüm merhametimden yaptım bilmiyorum), benim için bir zamanlar çok da değerli olmayan birince çok kolay bir şekilde satıldım. Hem de iki satırlık bir mesajla...

"bana bir daha yazma, artık hayatımda başka biri var!"

Evet, sen!

Bu kadar kolay mıydı hayatının 2 buçuk yılını ne sıfatla olursa olsun paylaştığın bir insanı bu kadar kolay silip bir köşeye atmak, bu kadar değersiz miydi senin için verdiğim emekler ya.

Haydi beni silmek o kadar kolaydı, birini buldun da beni ortada bıraktın, ardındaki enkaza bakmadan s*ktir oldun gittin... hepsine eyvallah da, sonra ne diye tekrar çevremde dolaşmaya başladın? Ne diye bulunduğum ortamlara girdin? ne diye benimle tekrar diyalog kurmaya çalıştın, hem de defalarca?!

Ne diye kapımın önünde her karşılaştığımızda önümden gözlerimin içine baka baka geçtin?

Sen değil miydin bundan böyle bana bir daha Yazma diyen, ben dediğine riayet ettim, numaranı bile engelledim. Peki sonra ne değişti de defalarca beni özel numaradan arayıp hiçbir şey olmamış gibi hal hatır sordun? Hatta En sonuncusunda "Ben onu seviyor muyum emin değilim, o beni seviyor mu ondan da emin değilim" demeye varacak kadar rezilleştin?

Yaaa işte... uğruna beni iki satırlık yazıyla sattığın Eller seni benim gibi sarıp sarmalayamıyormuş değil mi hanımefendi, el oğlu sana ben gibi değer vermiyormuş değil mi?

Mutsuz olman için her gün beddua ediyorum.

Ama kahretsin ki Dünya kötülerin dünyası abi, artık buna da inanmaya başladım. Yapanın yanına kâr kalmıyor mottosu koca bir masal! tam bir senedir sen gününü gün ederken ben sessiz bir şekilde acı çekiyorum. Kahroluyorum. Ağlıyorum.

Senin s*kinde mi? Dahası HABERiN var mı? Sanmıyorum!

Seni kaybettiğime mi üzülüyorum, yoksa sadece benden bu kadar kolay vazgeçmene mi içerledim, bilmiyorum. Bir yıldır kendime en çok sorduğum ve cevabını bir türlü bulamadığım soru bu.

Kendime saygımı sorguluyorum artık. Sen bu kadar karaktersiz, vefasız olabilirsin ama ben Bu kadar güçsüz, bu kadar kolay mağlup olan bir insan mıymışım? Hem de senin gibi verilen emeklerin katresine değmeyecek birince.

Kısacası, çok kötüyüm ve birkaç gün sonra tam 1 yıl olacak bu süreç beni tahminimden çok daha fazla yıprattı. insanlara güvenim kalmadı, seninle o en güzel hatıraları yaşadığım evimde şimdi tek başıma yaşamaya devam ediyorum. Kimseyi istemiyorum, bazen bu zor süreçte yanımda olan ailem ve yakın arkadaşlarım da dahil. Çoğu bu süreci benimle beraber yaşadı, benimle dertlendiler. Haklarını inkar edemem ama... Bilmiyorum, bilemiyorum.

Tek bildiğim, senin gibi ciğeri beş para etmez bir sürtük yüzünden sürünmeye devam ediyorum ve bu durumdan deli gibi sıkıldım. Bu söze inanmıyorum demiştim ama söylemeden edemeyeceğim, yaşattıklarının mislini yaşamadan ölme... Ölme!

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

15 gün kadar önceydi.

arka sokağımızdan 20 yıllık komşumuz olan dünya tatlısı selahattin amca elinde bir kağıtla dükkana geldi ve şöyle dedi; "evladım, karşıda oturan kızım bana şu kağıtta yazan falanca numaralı aile hekimliğinden telefonla randevu almış ama ben hangi aile hekimliği olduğunu bilemedim. ders çalışmak için kullandığın bilgisayarın buradaysa, internetten bu hekimliğin adresine bir bakabilir misin sana zahmet?"

zahmet ne kelime... açtım, kurdum laptopu hemen. bağlandım internete.

dakikalarca aradım taradım, ama ilçede selahattin amca'nın bahsettiği numarayla kayıtlı bir aile hekimliği bulamadım.

"üzgünüm selahattin amcacım, bu numarayla kayıtlı bir aile hekimliği görünmüyor maalesef."

bana zahmet verdiğini düşünüp ızdırap çektiği ve mahcubiyeti her halinden belli şekilde "kusura bakma evladım, zahmet verdim sana. ben en iyisi kızımla yeniden konuşayım. duruma göre tekrar gelip, rahatsız ederim seni" dedi.

"estağfurullah, o nasıl söz, bekliyorum tekrar, selametle" deyip uğurladım. hatta kızını benden aramasını teklif ettim ama kızının numarası yanında değilmiş.

o bu kadar mahcup davrandıkça ben "acaba kendisini bu kadar mahcup hissettirecek kadar soğuk ve mesafeli mi duruyorum" deyip on kat vesvese yapıyorum o esnada.

velhasılı, 20 dakika kadar sonra geri döndü.

"öğrenebildin mi selahattin amca, adres falan bulabildin mi?"
"öğrendim evladım, şu bizim yukarıdaki caminin altındaki sağlık ocağıymış."
"e peki öğrendiysen..."

sustum, duraksadım, devamını getiremedim. "tekrar neden geldin" diye bir şey ekleyemedim, öyle bir soru o niyetle olmasa bile böyle nazik bir insana karşı kaba kaçar gibime geldi.

ama o anladı sanırım.

"tekrar geleceğimi söylemiştim, şimdi gidip işimi hallettikten sonra haber vermemek olmazdı. boş yere beni beklemeyesin diye geri gelip, sana haber vermek istedim. halloldu işim oğlum, teşekkür ederim."

şu güzel adamdaki inceliğe, nahifliğe, nezakete bakar mısınız? kaç tane kaldı böyle adamlardan?

* * *

Kaç tane kaldı bilmem ama, bir tanesi daha eksildi.

dün, öğlen saatleri...

yine oturmuşum, ders çalışıyorum dükkanda. camiden gelen bir sela sesi var.

"semtten yine bir cenaze çıkmış, Allah rahmet eylesin" dedim içimden.

beş dakika geçti geçmedi, komşu esnaf murat abi geldi dükkana:

"duydun mu, selahattin amca vefat etmiş. okunan sela onun içindi."

o an yaşadığım şaşkınlığı ve daha ziyade üzüntüyü izahtan varesteyim.

öğreniyorum ki sabaha karşı lavaboda fenalaşmış, düşüp beyin kanaması geçirmiş. hanımı ambulans falan çağırmış ama maalesef kurtarılamamış bu güzel adam.

çocukken cuma namazlarına çok erken giderdim, her gittiğimde de ikinci giden olurdum hep. çünkü ilk giden mutlaka selahattin amca olurdu. selamlaşır, hasbihal ederdik namaz öncesi.

bu güzel insanın daha önce pek deşmediğim gizemli mahremini, vefatını haber alınca apar topar abdest alıp cenaze namazına yetişmek için gittiğim o camimizde, cemaat ondan konuşurken öğrendim. meğer ben daha doğmadan önce 2 kez evlat acısı yaşamış; o iki gencecik evladından birini trafik kazasına, birini kansere kurban vermiş. sağ kalan tek evladı, kendisine randevu alan kızıymış.

doyamadan toprağa verdiği evlatlarına başka bir alemde kavuşan bu eski istanbul beyefendisine Allah'tan mağfiret dilerim, umuyorum mekanı cennet olur. biz komşuları olarak kendisinden ziyadesiyle razıydık, Allah da ondan razı olsun.

her kaybettiğimiz yakınımızın ardından üç beş gün mırıldanıp sonra yine unuttuğumuz bir gerçek var ve biz unuttukça o gerçek kendisini muhtelif vesilerle tekrar tekrar hatırlatıyor;

hayat çok boş. bomboş!

canan kaftancıoğlu nun m ince hareketine katılması

canan kaftancıoğlu uzay boşluğu hareketine katılsa keşke. belki bir kara deliğe falan denk gelir, ne bileyim... atatürk'ün kurucusu olduğu partide ne işi var? chp'ye oy verecek çok sayıda seküler milliyetçi seçmenin oyu onun yüzünden başka odaklara sekiyor.

mühendislik okuyan sözlük yazarları

dahil olduğum sözlük yazarları listesidir. pandemi dönemine denk gelmesi de ilginç oldu tabi. her neyse, betonarmeden selamlar.

luton shelton

shelton'un karabükspor'da oynadığı dönemde kısa bir süre karabük'te yaşamıştım ve yerel halkın kendisini ne kadar sevdiğini gözlerimle görmüştüm. sonradan oynadığı takımlarda bile 78 numaralı formadan vazgeçmemişti, belli ki o da karabük'ü sevmişti. eminim bu sabah karabük'te herkes üzgündür. o dönem bursaspor'u 3-1 yendikleri maçta izlemiştim shelton'u, cernat ile birlikte o takımın en kaliteli ayağıydı. üzgünüm. toprağı bol olsun.

seda dinçer

öyle bir kız ki tanımaya gerek yok sanki; yüzüne, gülüşüne, o dupduru güzelliğine bakınca "bu kız kimseyi kıramaz" diyorsunuz zaten. melek gibi bir kız ya. ben de çok umutluydum ama işte mukadderat... ikizler gibi, yok olup giden 3 kişilik küçükyumuk ailesi gibi, babaanneyle 4 torunu gibi ve daha niceleri gibi seda da içimize ateşi düşürdü. hiç tanımayan bizler bu kadar üzüldüysek ailesini düşünemiyorum. babanın cenaze başındaki bitkin halini gördüm, tariften varesteyim. bu taptaze canın, hele de böyle dramatik şekilde, yitip gitmesine dayanmak için vallahi sabırdan bir dağ gerek. Allah yardım etsin, o sabırdan bol bol ihsan etsin sevenlerine.

yaktın içimizi seda, vardığın yer cennet olsun güzelliğim.

gerçek aşk ne zaman gelir

7:15 vapuru zamanında gelir de, o aşk gelmez aga. ona dair umutlarımın üzerine boeing 747 düşeli çok oluyor. yalan yalan. boşuna beklentiye girmeyin, sonra üzülürsünüz.

football manager 2020

menajerlik oyunlarını championship manager 03-04* denen efsane sayesinde zirvede bırakmış biri olarak, "beleş sirke baldan tatlıdır" mottosuyla dün gece indirdiğim oyun. tabi anatoli todorov'un, alessio cerci'nin efsane olduğu o versiyonla arasında amazon uçurumları mesafe var, olması da doğal. bir kere çok gerçekçi, finansal fair play kurallarına kadar işlenmiş her şey. oyuncuların, başkanın, taraftarın, kısacası tüm camianın saha dışı psikolojik faktörleri de kuşkusuz daha çok işlenmiş. yine de menü çok çetrefilli, epey karışık geldi bana. bakalım, biraz daha oynayalım hele.

12 eylül 1980

cumhuriyet tarihinin en keskin virajlarından birinin alındığı, sosyolojik manada en sarsıcı gelişmelerin vuku bulduğu, kendisinden sonraki sürece de toplumsal yaşamın her anlamında şekil veren tarih... sağcısıyla solcusuyla (doğru veya yanlış da olsa) ideolojileri için çarpışan, mücadele eden bir jenerasyonun üzerinden buldozer gibi geçmiş olan askeri darbenin tarihi.

kenan evren'in başkanlığında nejat tümer, tahsin şahinkaya, nurettin ersin ve sedat celasun'dan oluşan milli güvenlik konseyi, bu mezkur darbenin en tepedeki mimarlarıdır.

mehmet ali birand 12 eylül belgeseli adlı eserinde bu tarih için şöyle der; "o günden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hiçbir şey eskisi gibi yaşanmayacaktı."

bunun ne kadar doğru bir tespit olduğu yıllar geçtikçe daha da iyi anlaşıldı. çünkü o günden sonra artık bir çok şey "12 eylül öncesi/12 eylül sonrası" olarak anılmaya başlanacaktı, cumhuriyet ve demokrasi tarihinin adeta bir miladı olmuştu 12 eylül.

27 mayıs, 12 mart, 28 şubat, başarısız olan 15 temmuz... elbette bütün bu darbelerin veya girişimlerin kendi çapında büyük etkileri oldu ama bıraktığı enkaz, yarattığı sosyokültürel tahribat ve türkiye'nin günümüzdeki halâ devam etmekte olan bir kısım sorunlarının tohumlarının ekildiği darbe olması açısından 12 eylül, kuşkuya mahal yoktur ki, diğerlerinden çok daha derin izler bırakan, birçoklarına göre türk siyasi tarihinde etkileri açısından eşi benzeri olmayan bir darbedir.

bab-ı ali baskını süreciyle başlayan "demokrasiye es verme" furyasının bu en şiddetli örneğinin faturası; her ne kadar iyi niyetli ideolojik saiklerle de olsa ülkeyi anarşi ortamına sürükleyen, ya da daha güçlü ihtimalle provokatörler tarafından bu zemine sürüklenen genç kuşağa kesildi. onlarca genç idam edildi, binlerce faili meçhul ve kayıplar oluştu, yüzbinlerce kişiye dava açıldı, milyonlarca insan fişlendi.

o kuşak için söyleyebileceğim yegane şey, sağcısı veya solcusu ayırt etmeden söylüyorum, yazık oldu. belki anarşi veya şiddete bulaşmışlardı, bu yanlıştı ama kurunun yanında çok yaş da yandı. neticesi itibariyle, öyle veya böyle ülkesi ve daha iyi bir dünya için idealleri, umutları, azimleri olan o jenerasyon bir çırpıda yok edildi. ülkenin adeta yakın dönem genç ve taze belleği, hafızası silindi.

günümüzdeki kültürel ve ahlaki erozyonun başlıca sebeplerinden birinin o dönemdeki ara jenerasyonun bu şekilde yok edilmesi olduğunu düşünüyorum.

bugün itibariyle tam 40 yıl geçti ama onlarca 40 yıl da geçse bu darbe, etkileri ve yaşattığı acılar öyle zannediyorum ki unutulacak gibi değil.

donald trump

halihazırdaki mevcut amerika birleşik devletleri başkanı.

sıradaki abd genel seçimlerine 2 aydan az bir süre kalmışken anketler, yarışacağı rakibi biden'dan yüzde 14-16 bandında geride olduğunu gösteriyor.

ülke tarihinin en enteresan, en aykırı başkan figürlerinden biri olma ünvanını şimdiden elde etiği şüphe götürmez bir gerçek olan bu milyarder, koltuğunu bu kadar kolay ve bu denli büyük bir farkın getireceği hezimetle bırakmak istemeyecektir şüphesiz.

bu durum tespitleri bir kenara dursun, covid-19 derdiyle tüm dünyanın uğraş verdiği şu günlerde trump'ın aşının bulunduğunu açıklama ve tüm ülke insanına bu aşının ücretsiz temin edileceği bilgisini verme olasılığı bence çok uzak değil. zira bu tip bir gelişmenin, seçimlerdeki rüzgarın 180 derece tersine esmesine vesile olacağı gayet açık.

zaten kendisi de birkaç gün önce "kasım'daki seçimlerden önce bu aşıyı bulmuş olabiliriz" dedi. bana kalırsa yakın zamanda gelecek bir "aşı bulundu" müjdesinin altyapısını hazırlıyor trump.

bunu da siyasi bir rant unsuru olarak kullanma amacının kesinlikle olmadığını, amerika halkının sağlıklı günlerine tekrar dönüşünü sağlamaktan başka bir gayesi ve uğraşının bulunmadığını belirtti.

yersek tabi!

bulunacak bir aşı ve bu yönde verilecek bir müjdenin, abd seçimlerinin sonuçlarını ve haliyle başkanlık koltuğundaki kaderini doğrudan etkileyeceğini bütün dünya gibi kendisi de biliyor.

zaten pandeminin başlarında bir alman ilaç şirketine aşı veya ilaç bulunması halinde temin önceliğinin abd'ye verilmesi için bir milyar dolar rüşvet önerdiği de ortaya çıkmış, alman hükümeti bu duruma "almanya satılık değildir!" diyerek sert tepki göstermişti.

dolayısıyla aşı için şu sıralar her şeyi yapmaya hazır olan bu çılgın başkan, önümüzdeki birkaç hafta içerisinde aşı müjdesiyle çıkarsa asla şaşırmam.

ama yine de trump ile ilgili şunu söyleyebilirim; şimdilerde siyah-beyaz ayrımı gibi başka başka faşist akımların doğmasıyla etkisi bir tık azalan islamofobiyi dünyanın başına bela eden fitneci george bush'tan da, "ataları müslüman" denilerek şirin gösterilmeye çalışılan ancak birkaç orduya yetecek silah, mühimmat ve her türlü yaşam malzemesini gözümüzün içine baka baka ypg/pyd'ye taşıyan terör sevici baracak obama'dan da "bir tık bile olsa" daha sempatik!

elbette geçen kış türkiye cumhurbaşkanı'na gönderdiği mektuptaki saygısız ve kepaze ifadelerini, ya da halâ kesilmemiş olan suriye'deki terör desteklerini görmezden gelemeyiz.

ama bu politikaların abd konjonktüründe trump'ı da aşan merciler tarafından oluşturulduğu da yadsınamaz bir gerçek.

abd tarihinde bu politikalara kafa tutan belki de tek başkan olan, ülkenin ekonomisini yahudi lobisinin elinden almak için tüm hamleleri yapan kennedy'nin akıbetini hepimiz biliyoruz. adamın kafatasını kameralar önünde paramparça ettiler.

ayrıca adamın ailesinde neredeyse normal bir ölümle vefat eden hiç kimse yok!

demek istediğim abd başkanı da olsanız, özellikle dış politika oluşturulurken sözünüz ve gücünüz bir yere kadar!

ayrıca joe biden denen ortadoğu katillerinden bir iblis geleceğine, bin defa trump kalsın derim. neticede ehven-i şer, yani kötünün iyisi!

yoksa abd'nin canı cehenneme!

30 ağustos zafer bayramı

"Hatzianestis! Gel de ordularını kurtar!"

yoğun taaruz ve bombardımanın sesi yeri göğü inletirken böyle sesleniyordu başkomutan mustafa kemal atatürk, dinmez bir kibir ve soysuz bir tavırla türk toprağını işgal etmeye çalışan gafil ordunun komutanı Georgios Hatzianestis'e.

o komutan ki daha birkaç ay önce afyon'da gazeteciler tarafından kendisine yöneltilen bir soru üzerine kahkahalarla "mustafa kemal mi? o da kim? öyle birini tanımıyorum, hiç duymadım" diyordu.

ama yeryüzünde eşi benzeri olmayan türk şamarını tüm ordusuyla beraber yediğinde artık m. kemal'i çok iyi tanıyordu. ana vatanı yunanistan'a dönüp ağır yenilginin sorumlusu olarak idam edilene dek unutamayacaktı bu ismi.

kim bilir belki son nefesinde bile aklından geçen şey, kağıt üzerinde küçümsediği o dahi komutanın nasıl olup da kendisini sahada mat ettiği olmuştu.

avrupalı abilerince tıpkı bugün olduğu gibi şımartılarak üzerimize gönderilen yunan'a karşı kazanılan bu kesin zaferi, şanlı türk tarihi'nin heybesine katan gazi mustafa kemal atatürk ve tüm ordusunu minnetle, hayırla yad ederim. düşman askerlerinin potinleri ile vatan topraklarının arasını sonsuza dek birbirinden ayıran şanlı ecdadımızdan Allah ebeden razı olsun.

dini olmayan ülkeler

Gelişmişlik, medeniyet seviyesi, insan hakları gibi çağdaş ve uygar toplumlar için olmazsa olmaz kriterlerin bu ülkelerde ziyadesiyle mevcut olması, sanıldığı gibi kendilerinin dinle mesafeli olmalarından mütevellit değildir zannımca.

Eğitime, bilime, teknolojiye yani çağın gerektirdiği öncü gelişmişlik ölçütlerinin ihtiyaçlarına cevap veren sistemleri hayatın her dalında inşa edip, bu kazanımları sıkı bir disiplin ve tavizsiz bir denetlemeye tabi tutan her oluşum, müreffehliğin hazzını yaşayan bir toplum olma konumuna kendiliğinden gelecektir.

Bu matematiktir, dindarlık veya dinsizlikle ilgisi yoktur, hayatın kaçınılmaz neticesidir.

Kimileri buna zırva dese de hakkında bilgi sahibi olduğumuz hiçbir din gelişmeye, ilerlemeye karşı değildir.

Burada bahsini ettiğim sadece islam coğrafyası veya medeniyeti değildir. Aşağı yukarı bütün dinler, insanın mutluluğunu amaçlamıştır ve bu minvalde rol model olabilecek toplumların (sadece uygarlıkları ve gelişmişlikleriyle sınırlı olmak kaydıyla) örnek alınmasına bile itiraz üretmemişlerdir.

"ilim çin'de bile olsa alınız" buyuran islam dininin peygamberi hz. Muhammed buna en güzel örneği teşkil eder.

O peygamber ki, seferden gelmiş bir kervanın başka bir diyardan getirdiği hediye lambaların mescidine asılmasına "bu kafir icadıdır, mescitten kaldırılsın" diyen ashabını uyarmış, insanların yaşamlarını kolaylaştıran her türlü keşfin ve buluşun mübah olduğunu belirtmiştir.

Yine aynı peygamber, mescidindeki iki gruptan birinin ibadet etmekte olduğunu, diğer grubun ise aralarında ilim tartıştıklarını gözleriyle müşahade etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Rabbimiz'in nazarında bu iki grubun birbirinden farkı yoktur, iki grup da muhakkak kârdadır."

Ancak insanlığın varoluşuyla hemen hemen yaşıt olan dinler tarihinin her döneminde olduğu gibi, günümüzde de dini yanlış yorumlayan, dahası insanların da bilinçlenmesini engellemeye çalışarak üzerlerinden nemalanmaya gayret eden şer odakları tüm dinlerde mevcuttur. Bunlar, insanların inançlarını olabildiğince sömüren asalak bir güruhtur. Uygarlıkların geri kalmalarında belki de başlıca sorumlulardır ve dahası kimi çevrelerce "din, gelişmenin önündeki engeldir" düşüncesinin en temel ve en etkili kanıtlarıdır ne yazık ki.

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

"keşke doğmamış olsaydım" hissinin, insanın daha çok doğum günlerinde vuku bulması tesadüf müdür, bilmiyorum.

acaba ben olmasaydım çevremde neler değişirdi, ya da değişir miydi mesela... benim eksikliğim çevreye ne katardı ya da çevreden ne götürürdü... ailem, dostlarım, sevdiğim ve beni seven insanlar... herhalde çok bir şey kaybetmezlerdi diyorum kendi kendime, ne kaybedecekler?!

hiç olmamış birinin eksikliğini ne kadar hissedebilirsiniz ki yani?

* * *

çok!

o hiç olmayan birisi gelse de dertleri bölüşsek, leylak kokulu bahçemiz olsa, pazar kahvaltılarımıza sezen aksu eşlik etse, sokak hayvanlarını beraber doyursak diye beklemedim dersem yalan söylemiş olurum.

ama insan, kader denen beyaz kağıda sütle yazılmış o yazının önüne geçemiyor galiba, uğraşsa da geçemiyor. değiştirdim sandığımız şeylerin bile tarafımızca değiştirileceği kaderimizde evveliyattan yazılı iken, alın yazısı dediğimiz o şeye insan sadece boyun eğebiliyor, tahammül edebiliyor. daha doğrusu bundan başka bir çıkar yolun olmadığını kabulleniyor.

hak ettiğini düşündüğün şeyleri yaşayamadığın yerde, hak etmediklerinden ise kafa kaldıramıyor duruma gelebiliyorsun ama elinde sabırdan başka bir şey bulamıyorsun bazen.

* * *

neyse... insanların ekseriyetinin mutluluğu tattığı, sevenlerince de mutlu edildiği bu özel günler nedense bende bir boşluk gibi... ve hep olduğu gibi...

sosyal medya platformlarının hatırlatmaları vesilesiyle kutlanan doğum günleri, her tarafından samimiyetsizlik akan o matbu evrak gibi mesajlar...

tabi madem samimiyetsizlikten bahsettim, samimiyetsiz doğum günü dileğinde bulunmasam olmaz! an itibariyle bir yaş daha yaşlandım, sanırım yeni yaşımdan isteğim hep olduğu gibi yalnız ve sadece köpeğimle geçireceğim bir hayat... aslında bir kız çocuğum olsun isterdim ama sadece o olsun, annesi hayatımıza hiç müdahil olmasın isterdim herhalde!*

* * *

yukarıda yazdığım depresif hezeyanlara taban tabana zıt olan şu notu hayatımın bir köşesine (her ne olursa olsun) bırakmak geldi içimden; ne kadar bıkkın olsa da dünya, sevgi denen şeyden hiç vazgeçmemek lazım.

ömrüm bunu görmeye vefa eder mi bilmiyorum ama; maskeler düşecek ve gerçek sevgi bir gün mutlaka kazanacak. umarım!

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

"hayatının bir köşesine ister dost, ister arkadaş, ister sıradan biri veya artık her neyse, bir şey olarak sığınayım diye vermedim onca çabayı. bunlar somut beklentiler, oysa ben böyle bir şey istememiştim. sadece iyi bir insan olduğuma gözlerinle şahit olmanı diledim. kendimi sana ispatlayayım da sonra yansın her bir şey...

bunu neden istediğime dair de en ufak bir fikrim aslında halâ mevcut değil, biliyor musun? bu bana ne hissettirecekti, ondan da tam emin değilim. keşmekeş bir şey...

yani bilmiyorum niyeydi ama sen ben iyi bil, alem kötü bilsin. sen beni tanı, alem bana sırt çevirsin... sen yanımda ol, bütün alem karşımda olsun. tek derdim buydu. senin vereceğin bir geçer not, aslında her şeye bedeldi."

anın görüntüsü

görsel

sözlük yazarlarının sevdiği beyitler

"nerelerde kaldın ey serv-i nâzım;
bana bir haber ver, budur niyazım."

gecenin sözü

Edepli edebinden sustu da, edepsiz ben susturdum sandı.

kurtlar vadisi orhan

Seslendiren abi kendisi miydi, dublaj mı yapılıyordu bilmem ama sesini duyunca tGrt belgesel kanalını izliyormuşum hissi uyanıyordu nedense.

"Evet, görmüş olduğunuz bu külliye de 16. Yüzyılda eflak'ta ??? Paşa tarafından inşa ettirilmiştir..."

Adam gibi adamdı Rahmetli, ama yine de O meral şeytanının iftiralarından nasibini alanlar arasında olmaktan kurtulamamıştı.

Ya şu meral'in elinden kimler neler çekti be... var ya, aslında bu yellozun hakkından gelse gelse zürriyetsiz erdal gelirdi ha. ama Bi' denk gelemediler anasını satayım. *